15 Temmuz ve Sessizleştirilen Kurucu Ruh

15 Temmuz, Türkiye tarihinin en karanlık gecelerinden biriydi. Ancak o gece, milyonlarca yurttaşın demokrasiye, hukuk devletine ve halk iradesine sahip çıkarak gösterdiği direniş sayesinde, karanlığın sabaha dönüşü mümkün oldu. Bu tarih, yalnızca bir darbe girişiminin bastırıldığı bir gün değil, aynı zamanda Cumhuriyet’e, onun temel ilkelerine ve kazanımlarına sahip çıkmanın simgesine dönüştü.

Ne var ki, bu yılki anma etkinliklerine ilişkin yayımlanan bir genelge, kamuoyunda haklı bir sorgulama ve rahatsızlık yaratmış durumda. Çünkü genelgede yalnızca Türk bayrağına yer verilmesi belirtilmiş; bu ülkenin kurucu lideri olan Mustafa Kemal Atatürk’e dair tek bir ifade yer almamış. Bu sadece bir unutkanlık, bir redaksiyon hatası olarak değerlendirilemez. Aksine, bu tercih bilinçli bir yönelimi ve uzun süredir sistematik biçimde inşa edilen bir zihniyeti yansıtıyor.

Oysa unutulmamalıdır ki 15 Temmuz’da hedef alınan yalnızca bir siyasi irade değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik ve çağdaş karakteridir. Bu saldırı, doğrudan kurucu iradeye, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine ve anayasal düzenine yönelmiştir. Bu nedenle, böyle bir günün anmasında Atatürk’ün adını anmamak, yalnızca tarihi eksik okumak değil; aynı zamanda bir ulusun hafızasına bilinçli şekilde müdahale etmektir.

Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil; bir milletin kendi kaderine sahip çıkma kararlılığının ürünüdür. Bu kararlılığın mimarı ise kuşkusuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Onun önderliğinde verilen bağımsızlık mücadelesi, Türkiye’nin bugün hâlâ üzerinde durduğu temel zemindir. Bu zemin sarsıldığında ne demokrasiden ne özgürlüklerden ne de hukuk devletinden söz etmek mümkün olur.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: 15 Temmuz gibi kritik bir günde Atatürk’ün adını anmaktan neden çekiniliyor? Bu çekince neyi temsil ediyor, neyi hedefliyor? Toplumu ayrıştıran, ortak değerleri yok sayan, simgesel bütünlükleri parçalamaya çalışan bu tutum, gerçekten milli birlik ve beraberliği mi güçlendiriyor, yoksa derinleştirilen kutuplaşmanın bir parçası mı?

Gerçek şu ki, tarihsel gerçeklikler yok sayılarak yeni bir toplumsal bilinç inşa edilemez. Atatürk’ün adını anmak, yalnızca bir saygı ifadesi değil; aynı zamanda 15 Temmuz gecesi verilen mücadelenin ruhuna sadık kalmaktır. Çünkü o mücadele, bu ülkenin bağımsızlığını, egemenliğini ve anayasal düzenini koruma mücadelesidir. Ve bu değerlerin tamamı, doğrudan Atatürk’ün bize mirasıdır.

Milli birlik, ortak geçmişin ortak sembollerle yaşatılmasıyla mümkündür. Türk bayrağı elbette bu birliğin en güçlü simgelerinden biridir. Ancak o bayrağın altında kurulan Cumhuriyet’in kurucusunu yok saymak, toplumsal hafızada tamiri zor yaralar açar. Bu yaklaşım, yalnızca bugünü değil, geleceği de karartır.

15 Temmuz’u doğru anmak istiyorsak; onu tarihsel bağlamına oturtmalı, o gecenin hangi değerler uğruna yaşandığını unutmamalı ve toplumu birleştiren tüm unsurları samimiyetle sahiplenmeliyiz. Aksi takdirde, hafıza eksik, anma eksik, birlik ise sahte olur.

Önerilen Yazılar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SON GİRİLEN İÇERİKLER