“Gazeteci olmak istiyorum” diyen bir genci ilk kez duyduğumda sormuştum: “Gerçekten mi, yoksa sadece bir meslek mi arıyorsun?”
Çünkü gazetecilik, meslek değil; çoğu zaman bir ömürlük karar, bazen bir direniş biçimi, çoğu zaman da bir yalnızlıktır.
Gazeteci olmak, sadece haber yazmak, röportaj yapmak ya da bir basın toplantısına katılmak değildir. Bu, işin görünen kısmı. Gazeteci olmak, uykusuz gecelerde bir satırı yeniden düşünmektir. Bir kelime yüzünden dava açılabileceğini bilerek yazmak ama yine de yazmaktan vazgeçmemektir. Günlük koşuşturmanın ötesinde; hafızaya tanıklık etmektir.
Gazeteci olmak, bazen bir şehrin sesi, bazen de bir çocuğun fısıltısı olmaktır. Kimi zaman bir yolsuzluğun izini sürerken bulursun kendini, kimi zaman kaybolan bir tarihin izlerini toparlarken. En çok da şunu öğrenirsin: Bu işin yürekle ilgisi vardır. Ne kadar teknik bilirsen bil, vicdanın yoksa yaptığın sadece ses gürültüsüdür.
Bir gazeteci, sadece doğruyu yazmakla yetinmez; doğrunun yazılmasını sağlamak gibi bir sorumluluğu da hisseder. Çünkü kamuoyunu bilgilendirmek, yönlendirmek değil; aydınlatmak, gerçeği olduğu gibi sunmaktır. Propagandacıyla gazeteciyi ayıran çizgi, işte burada başlar.
Ve bu çizgi giderek silikleştiği için bugün “gazeteci kimdir?” sorusu hâlâ güncelliğini korur.
Gerçek gazeteci, gündemi takip etmez sadece; bazen gündemi yaratır. Bir dosya haberiyle ülkenin rotasını değiştirebilir, yerel bir haberle bir çocuğun hayatını. Kimi zaman manşetleri süsleyen değil, manşetin arkasındaki görünmeyeni fark ettiren kişidir.
Ama bunu yaparken çoğu zaman alkış değil, tehdit alır. Takdir değil, dava. Gazetecilik biraz da göze almak mesleğidir.
Bu mesleği seçmek, toplumun nabzını tutmakla yetinmemek; gerektiğinde o nabza müdahale etmek demektir. “Tarafsız” olduğunu iddia eden çok olur ama aslında gazeteci, hakikatin tarafında durandır. Hele ki kriz dönemlerinde, sansürün kol gezdiği zamanlarda…
O yüzden gazeteci olmak bazen korkunun üstüne yürümektir.
Yerel gazetecilik ise başka bir başlıktır. Ulusal medyada duyulmayan seslerin, küçük şehirlerin, kenar mahallelerin, kıyıda kalmış hikâyelerin tercümanı olmaktır. Bazen kendi mahallende, kendi komşunun haberini yapmak ve ertesi gün yüzüne bakabilmek meselesidir.
“Gazeteci doğulur mu, olunur mu?” sorusuna çok cevap verildi. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Gazeteci olunmaz, gazeteci kalınır. Yani her gün yeniden sınanırsın. Her haberinde yeniden mesleğine sadakat testi yaparsın. Ve bazen en çok kendi meslektaşınla mücadele edersin; çünkü her kalem aynı sorumluluğu taşımaz.
Bugün gazeteci olmak, sadece haber yazmak değil; aynı zamanda o haberi korumaktır. Kimi zaman otosansürle mücadele etmektir, kimi zaman algoritmalarla. Artık sadece doğruyu yazmak yetmiyor; onu okutmak, yaymak, ulaştırmak da gerekiyor.
Kısacası, gazeteci olmak bir meslek değil, bir duruştur. Bilgiyi aramakla değil, onu nasıl kullandığınla ilgilidir.
Köşe yazarı olmak kolaydır; ama gerçeğin köşesinden ayrılmamak zordur.
Ve en önemlisi: Gazeteci olmak hâlâ mümkündür. Ama bedelsiz değildir.