Kentin dört bir yanına yayılan köylü pazarları, eskiden hafta sonlarının sabırsızlıkla beklenen duraklarıydı. Doğal domatesin kokusunu alırdınız daha tezgâha varmadan. Taptaze maydanozlar sabah çiğiyle parlar, cevizli ekmekler sıcacık olurdu. “Köylü pazarı” deyince insanın aklına doğallık, samimiyet ve uygun fiyat gelirdi. Şimdilerdeyse bu pazarlar, hem üreticinin hem tüketicinin başını kaşıdığı bir denklem hâline geldi.
Sabah saat beşte uyanan üretici, daha hava aydınlanmadan yola düşüyor. Aracına domatesini, patlıcanını, bahçesinden kopardığı taze yeşilliği yüklüyor. Bir elinde torbası, bir elinde çay termosu… Umudu: Tezgahta kazandığıyla bir sonraki haftaya, fideye, gübreye, evinin giderlerine yetebilmek.
Ama işte tezgah başına gelince gerçekler başka.
Yeşil biberin kilosu 60 lira. Taze fasulye 80. Bir demet maydanoz bile 15 liradan aşağı değil. Yanına yaklaşan emekli bir teyze, “Kızım bu pazara niye köylü pazarı diyorlar? Marketle yarışıyor fiyatlar,” diyor. Haklı mı? Haklı.
Ama tezgahın arkasındaki üretici de şöyle cevap veriyor: “Abla sen sadece bu biberi görüyorsun. Ama o biberin toprağına attığım gübreyi, kullandığım ilacı, sulamak için ödediğim parayı, sabahın ayazında toplarken çektiğim zahmeti bilmiyorsun. Mazot olmuş dünya para, bir kere pazar arabamı çalıştırmadan 300 lirayı yazıyorum.”
Bu denklemde ne üretici mutlu, ne tüketici. Üreten yakınıyor, alan şikayet ediyor. İkisi de haklı. Çünkü ortada adaletsiz bir sistem var. Ürünü doğrudan tarladan sofraya ulaştırmak giderek zorlaşıyor. Araya giren maliyetler, ulaşım giderleri, pazar yerinde ödenen harçlar ve daha niceleri bu ürünlerin fiyatını uçuruyor. Ve bu pazar, ne yazık ki artık bir “köylü pazarı” değil, “yüksek maliyet pazarı” olmuş durumda.
Bazı yerel yönetimler çözüm arıyor, kooperatifleşmeyi teşvik ediyor, üreticiye destek vermeye çalışıyor. Ama bu adımlar yeterli mi? Elbette değil. Daha sistematik, daha sürdürülebilir çözümlere ihtiyaç var.
Köylü pazarları, sadece alışveriş yapılan yerler değildir. Onlar kültürdür, gelenektir, kentle kırın tokalaştığı yerdir. Bu tokalaşma zedelenirse, kazanan kalmaz. Ne üretici kalır tezgâhın başında, ne de müşteri gelir filesiyle.
Unutmayalım: Üretici ayakta kalmazsa, tüketici de rafta doğal ürün bulamaz. Bu döngü hepimizi ilgilendirir.
Yani evet… Hem biz üretiyoruz, hem biz pahalıya satıyoruz. Ama kazanan kim? Şimdilik belli değil.