Kalemin, kameranın ve vicdanın tanıklığında bir meslek hikâyesi
“Geçmiş, zamanın bellekte bıraktığı izdir” derler. Hafızamda hâlâ canlı: Fotoğraf makineme film taktığım o ilk gün, banyo sıvısının içinde yavaş yavaş beliren bir kare, haberin baskıya yetişmesi için koşuştururken yüreğimin deli gibi çarpması… Zaman gerçekten de su gibi aktı ve ben bugün, 28 yılın ardından elimde “Sürekli Basın Kartı” ile durup, geriye dönüp bakarken, yalnızca kendi hikâyemi değil, bir dönemin ruhunu da anlatmak istiyorum.
Zaman, gerçekten de insana fark ettirmeden akıp gidiyor. Bugün 28 yıllık meslek hayatımı selamlarken, belleğimde hâlâ ilk günkü heyecan, ilk haberin telaşı, ilk deklanşör sesi yankılanıyor. Dijital çağın tüm olanaklarına rağmen, filmli makinelerle çalıştığımız, karanlık odalarda fotoğraf banyo ettiğimiz günleri dün gibi hatırlıyorum. Ama bu yolculuk, birdenbire başlamadı. Her taşını tek tek döşediğim bir emek hikâyesi bu.
Karadeniz Ereğli’de başlayan serüven
Mesleğe adım attığım yer, doğduğum ve büyüdüğüm şehir olan Karadeniz Ereğli idi. Henüz Ortaokul sıralarındayken, bir yerel gazetede çalışmaya başladım. O dönemler gazeteye tam zamanlı girip çıkacak yaşta değildim ama içimde tarif edemediğim bir gazetecilik tutkusu vardı. Okulun boş geçen derslerinde bile soluğu gazetede alır, küçük büyük demeden ne varsa öğrenmeye çalışırdım. Kimi zaman bir haberin başlığını atmaya yardım eder, kimi zaman fotoğrafların kenar yazılarını yazardım. Ama her an, o mütevazı gazete odasında büyük bir dünya keşfetmiş gibi hissederdim.
Gazetenin mürekkep kokusu, daktilo sesleri ve yoğun haber tartışmaları benim için derslikten farksızdı. Okulda aldığım akademik eğitimin yanı sıra, gazetede geçirdiğim her dakika gerçek hayatın ta kendisiydi. O yaşta, haberin nasıl toplanacağını, neyin haber değeri taşıdığını, sorumluluk bilinciyle nasıl yazılacağını orada öğrenmeye başladım.
Ustalardan öğrenmek: Yılmaz Yaman ve “Basın Şeref Kartı”
Gazetecilik serüvenimin dönüm noktası, rahmetli Yılmaz Yaman ile tanışmam oldu. Onun yanında çalışmak, bu mesleğe gerçekten adım atmaktı. Yalnızca haber yazmayı, fotoğraf çekmeyi değil; gazeteci olmanın ahlakını, duruşunu ve halk adına sorumluluk almanın ne anlama geldiğini bana öğretti. Yılmaz Yaman, bu meslek için bir meşale gibiydi. Onun bir “Basın Şeref Kartı” taşıması, sadece bir kariyerin değil, bir yaşamın onurlandırılmasıydı. O kart, onun adının önünde değil; her haberde, her karede, her satırda taşıdığı titizlik ve özverinin simgesiydi.
Yılmaz ağabeyle çalıştığım dönemde, her haber onun için bir sorumluluktu. Kalem oynatmadan önce düşünür, objektife bakmadan önce vicdanını dinlerdi. Onun yanında olmak, mesleğin kutsiyetini genç yaşımda iliklerime kadar hissetmemi sağladı. Bugün hâlâ onun öğrettiği cümleler, haber yazarken kulağımda çınlar.
Aynı şekilde Bedri Erel ve Nihat Can da bu yolculukta üzerimde derin izler bırakan isimlerdir. Onlardan aldığım bilgi ve mesleki disiplinle yoğruldum; haberin nasıl süzüleceğini, satır arasında hangi değerin taşınacağını öğrendim.
Görsel yayıncılığa ilk adım: Yerel televizyon dönemi
Gazetecilik yalnızca yazıyla sınırlı değildi. Zamanla yerel televizyonlarda görsel yayıncılığa da adım attım. Başlangıçta kameranın arkasındaydım. Kamera asistanlığı yaparken kadrajın nasıl kurulacağını, ışığın haberi nasıl şekillendirdiğini, bir görüntünün bir cümleye nasıl bedel olabileceğini öğrendim. Haber montajlarına girerken sesin, görselin ve ritmin bir haber diline nasıl dönüştüğünü gözlemledim.
Kısa sürede bu teknik sürecin içine yerleştikçe kameramanlık, ardından görüntü yönetmenliği ve nihayet ekranda haber sunumuna kadar ilerledim. Spiker koltuğuna oturduğum ilk günkü heyecan hâlâ aklımda. O an, hem ekran önünde hem de arkasında çalışmış biri olarak, bütün sürecin ruhunu hissettiğim andı. Haberin yalnızca söylenen değil, gösterilen, yaşatılan bir şey olduğunu orada tam anlamıyla kavradım.
Yayın yönetmenliğine giden yol
Zamanla bu yolculuk beni farklı sorumluluklara taşıdı. Yazı işleri, editörlük, sayfa düzeni, yayın planlama derken meslek hayatım yayın yönetmenliği sorumluluğuna kadar uzandı. Artık haberin sadece yazılmasından değil, yayına girme biçiminden, kamuoyuna nasıl yansıtılacağından da sorumluydum. Her karar, toplumun doğru bilgiye erişimiyle doğrudan bağlantılıydı.
28 yıllık emek: Sürekli Basın Kartı’nın ardındaki gerçek
Bugün elimde tuttuğum Sürekli Basın Kartı, yalnızca bir kart değil. O kartta boş derste gazeteye koşan bir öğrencinin hayali, filmli makinelerle koştururken çekilen binlerce karenin teri, bir haberin peşinden saatlerce yürünmüş yolların ayak izi, kameranın hem arkasında hem önünde duyulan sorumluluğun yükü var.
O kart, bir ömürlük emeğin, bir meslek ahlakının, sabrın, gecikmiş yemeklerin, uykusuz sabahların ve en önemlisi, halk adına doğruyu söyleme cesaretinin belgesidir.
Son söz yerine
Bu 28 yıl boyunca nice haberin, olayın, insan hikâyesinin izini sürdüm. Her karede, her satırda önce insanı, sonra haberi aradım. Ve öğrendim ki, gazetecilik yalnızca bilgi vermek değil; bazen sessiz kalanı konuşturmak, bazen görünmeyeni göstermek, bazen de güçlüden hesap sormaktır.
Eğer bugün hâlâ bir haber duyduğumda içim kıpır kıpır oluyorsa, demek ki bu meslek bende yaşamaya devam ediyor. Bu kart da bu yaşamın, bu yolculuğun bir nişanesidir. Yılmaz Yaman’ın ruhu şad olsun. Ondan öğrendiklerimle, onun gibi bu mesleği onurla sürdürebilmek için elimden geleni yapmaya devam edeceğim.